Mevlana

Bu konuda toplam 1 içerik bulundu.

MEVLANA İLE AH YALAN DÜNYA

MEVLANA İLE AH YALAN DÜNYA

 

'Gözünü yumdun mu canın kopuyormuş gibi bir eleme bir ızdıraba düşersin, tasalanır,gama düşersin.Gözün,gündüzün nurundan ayrılmaya sabrı yoktur.

Yaşadığımız şu günlerin ertesinde, elbet birgün sular durulacak, bu mahşer telaşı dinecek . O vakit nedenler nasıllar daha çok konuşulacak. Komplo teorilerine daha çok yakın olsam da, şu anda yapılması gereken usulca beklemek , birbirimize en çok salık verdiğimiz  şey de sabır…

Mevlana bir sabır ehli, sabır ile ilgili sözlerini okuyorsunuzdur her yerde.Klasik tasavvuf eserlerinden Mesnevi , Mevlana’nın hayatı algılayış biçimini sunduğu büyük bir hazine. Mesnevi’yi bulabileceğiniz Konya Büyükşehir Belediyesinin hazırladığı bir aplikasyon var. Seçtiğiniz makamla ney eşliğinde Mesneviyi okuyabiliyorsunuz. Aşk ve sabırdan bahseden bir öğretinin cep telefonu aplikasyonlarına taşınması ayrı bir ironi olmuş olsa da, çok faydalı ve zevkli , tavsiye ederim. Yazıda tüm tırnak içine aldığım sözler Mesneviden alıntı, Mevlananın sözleri.

Mevlanayı anlamak bir yol; ham iken olgun olma yolu.Bir sistematik içinde okumak gerekiyor Mesnevi’yi…

Mevlananın

'Bu kitap, masal diyene masaldır...Fakat bu kitapta halini gören, bu kitapla kendini anlayan kişi de erdir! '

sözünü yazıp  sabır konusuna  gelmeli .

Yaşadıklarımızı sorguluyor nedenini veya  faillerini  aramaya çalışıyoruz ya;  Mevlanaya göre dünyada hep iyilerle kötüler, siyahlarla beyazlar  oldu.Bu  yaratılıştan beri böyleydi ve böyle devam edecekti.Ona göre zıtlar vardır.İnsan kendi içinde bile iyilik ve kötülüğü birarada barındırır.Ruh ve nefis iki farklı yönüdür insanın.O yüzden iyiler ve kötüler birarada yaşar, bu hayatın kanunudur.Ruhlar bedenlere hapsolduğu için, kimin iyi kimin kötü olduğu anlaşılamaz olmuştur.

Bazı ruhlar kamil olma adına aşka daldı, bazıları ise dünyevi işlere heves etti.İşte bu yüzden dünyada zıtlar yani karmaşa ve sükunet hep varoldu.

Aramızda ilahi döngü ve ahenge  inananlar var.İklim değişiklikleri ve dünyanın kirlenmesi adına küresel hareket başlatanlar ve onları anlamayanlar..Mevlana diyorki ;

‘olgun kişilerin halleri gurbette yalnızlık gibidir.Onların yalnızlığını arttıran bir durum da halk tarafından anlaşılamamalarıdır, haksızlık ve iftiraya uğramalarıdır’. Bu durumu baykuşların içine düşen bir doğan kuşu misaliyle  anlatır.

Mevlana bu hayatta mutluluk ve refaha ermenin mümkün olduğunu söyler.Dert de, derman da insanın kendindedir. İnsan nefsinin emirlerinden kurtulduğu vakit rahatlar.Ama bizler nefsimizin izinde, dünya varlıklarından faydalanma adına ilahi dengenin gücünü unuttuk mu?Çekilen ızdıraplar bu yüzden mi?

 Bu dünya bir tuzaktır. İsteklerimiz o tuzağın yemi gibidir. İstek tuzaklarından kaç!

Böyle davrandın mı, nefsânî isteklerden vazgeçtin mi, içinde yüzlerce ferahlık kapıları açılır; fakat aksine hareket eder de isteklerinden kopamazsan, fesatlıklara uğrarsın, rahatsız olursun, tedirgin olursun.

Bu yaşananlara dair ayak sesleri vardı da biz mi duymadık yoksa?

’Ölüme açılan yüz pencere, yüz kapı vardır. Her birisi açılırken gıcırdamaktadır.Fakat mal mülk peşinde koşan,  hırsına düşen kişinin kulağı ölüm gıcırtılarını duymamaktadır .Bedenlerdeki dertler, çeşitli hastalıklar, düşmanların cefâsı, dostların vefâsızlığı ölüm kapılarının gıcırtılarıdır.

Hayat ve bu koşuşturma bizi yordu ama nefislerimiz doymadı, gönül kapısını açmaya ise vaktimiz hiç olmadı…Bizler , gönül kandilinin yeteceğini düşünemedik mi?

Başımıza gelen belaların rüzgârı çok sert esmede, ömrümüzün mumu ise sönmek üzere; çabuk olalım çabuk davranalım da ömrümüzün mumundan bir başka mum uyandıralım, bir başka mum elde edelim.O iki mumdan birini rüzgâr söndürürse, bâri öbürü ile yola devam edelim.Biz de hayatın sırrına eren ârif gibi yapalım: Ârif bu noksan ve hatalarla dolu beden mumundan, beden gibi kör bir kandilden kurtulmak için gönül kandilini uyandırır. Biz de öyle yapalım da günün birinde bu kandil ansızın sönerse, onun yerine can kandilini koyalım, can kandilini uyandıralım.

Sufilere göre bu varlık âlemi asıl değildir. Aslolan gönül alemidir.Mevlana da insanın yüzünü  gönül alemine çevirmesini ister.

Ağzı kapalı testi, uçsuz bucaksız denizin üstünde, hava dolu bir gönülle yüzer, durur. Gönlünde dervişlik havası ,aşk havası bulunan kimse de dünya denizinin üstünde..

‘Akıllı kişiler, bu dünyada görünen şeyleri, var gibi görünen nesneleri arkalarına atmışlar, vardan yüz çevirmişler, yok olan şeyleri, görünmeyen gerçek varlıkları aramakta ve onlara kul olmaktalar.

 

Doğaya dair hakikatten çok mu uzaklaştık? Yeni bir dünya düzeni için eski ve yanlış olanın yıkılması mı gerekiyor?

Her sanatın sahibi, sanatını göstermek için yokluğu arar.

Mimâr, bina yapılmamış bir arsa yahut yıkılmış, tavanları çökmüş harap olmuş bir ev yeri arar.

Saka, içinde su bulunmayan bir kap arar. Dülger de kapısı olmayan ev araştırır.

Bir gâyeye doğru giderken, daha doğrusu, hakikati araştırırken herkes önce yokluğa doğru koşar, sonradan yokluktan kaçar.

 

Mevlânâ “akl-ı küll”e  yani  doğadaki genel uyuma işaret eder. Dünyevi zevklerden arınarak dünyadaki genel uyuma ayak uydurmayı tavsiye eder.Der ki;

Birisi aklı külle karşı nankörlüğü artırır, emrini dinlemezse, bütün âlem ona saldırıcı görünür.

Asiliği bırak da, balçık bile sana altın görünsün. Böyle olunca, içinde bulunduğun zaman kıyamet halini alsa da, yeryüzü ile gökyüzü, sana karşı başka şekle bürünür.

Ben bu aklı küllbabası ile daima uzlaşmış bulunduğum için, bu dünya gözüme cennet görünüyor.

Bu yüzden, ben bu dünyada yeni bir şekil, yeni bir güzellik görüyorum. Yepyeni şeyler seyrettiğimden ötürü usancım, bezginliğim dökülüp gidiyor.

Dünyayı nimetlerle dolu görüyorum. Kaynaklardan durmadan tatlı, coşkun sular akıyor .

Suların sesi kulağıma geliyor; hatırımı, gönlümü alıyor, beni mest ediyor.

 Dallar  neşeli neşeli uyanmada, yaprakları da şarkı söyleyenler gibi el

çırpmaktadır.

Mevlânâ  insanın, dünyadaki sıkıntıların yükünü bedene yüklemesini ama gönlün ve ruhun bu sıkıntılardan arınmış olması gerektiğini söyler.

Dünya gamlarının savaşını, bedenine yükle, o can çekişmeyi o çırpınıp durmayı gönlüne uğratma. Yâni dünya meşakkatleri ile bedenini uğraştır. Gönlünü ve rûhunu onlarla meşgul etme. Dünyanın kederi kişinin ruhuna işlememelidir.

İnsanın bedenine de adaletli davranmasını ister.

Adâlet nedir? Meyve ağaçlarına su vermektir. Zulüm nedir? Diken sulamaktır. Adâlet bir nimeti yerine koymaktır. Her su emen kökü sulamak değildir. Yâni hakkı hak sahibine vermektir. Müstahak olmayana vermek ise zulümdür.

 

Peki yaşananlar bize birşeyler öğretti mi?

Bela ve sıkıntı  insanın nefsini terbiye etmek içindir. Bu sebepten derdin içinde derman; karanlığın içinde aydınlık saklıdır.

Mevlânâya göre  dert ve sıkıntıdan kurtulmanın yolu kaçmak değil, onu yaşamaktır. Böylece kişi hamlıktan kurtulur ve olgunlaşmaya başlar.Sıkıntılardan kaçmaya çalışan kişiyi, tencerede kaynayan nohuda benzetir.

Tenceredeki nohuda bak, ateşten canı yanınca nasıl yukarı doğru sıçramaya başlar.

Ben seni hor gördüğümden, istemediğimden, sevmediğimden ötürü kaynatmıyorum. Bir

tat, bir lezzet elde edesin de; cana karışasın diye kaynatıyorum, yoksa seni mihnetlere

salmak, seni horlamak için değil.’

Sonra o kişiye der ki;

‘Sen bostanda su içtin, yeşerdin, tazeleştin. İşte senin o suları içmen, bu ateşe düşmene

sebep oldu. Çünkü o su, bu ateş içindi. Bir müddet yedin, içtin, kendini besledin. Şimdi

sevgi ateşi, yeme ve içme ile elde edilen semizliği, hamlığı senden gidermeye uğraşıyor.

 

Mevlana nefsin akılla yönetildiğini düşünür.Sadece akılla hareket edenin de güçsüz olduğunu söyler.

‘Akıl keskindir ama ayağı gevşektir.Çünkü gönlü yıkıktır, bedeni sağlam.’

 

Mevlânâ kalbi ve nefsi dünya nimetleriyle  dolu olanları gönül alemine ulaşamamış olarak görür.Dünya nimetlerine çok bağlı olma, onları zayıf ve güçsüz kılar, bu insanlar mana alemine dalamaz.

’Senin ot gibi ayağın yere bağlı. Tam inanca ulaşmadığın için bir rüzgâr esince başını sallar durursun.

Sıkıntılarla boğuşurken anı yaşama halinden mahrum mu kalıyoruz yoksa? Mevlana der ki;

Ansızın bir aslan geldi, adamın birini kaptı, ormana çekti götürdü.

O adam, ormana doğru çekilip götürülürken ne düşündü ise, sen de onu düşün.

Kaza ve kader aslanı bizi ölüm ormanına doğru çekip götürüyor. Hâlbuki canımız dünya

işleri ile oyalanmaktadır.

Yaşananlardan biran evvel ders almak ve değişmek gerekiyor mu? Hemen mi?

Kendine gel ey yolcu! Kendine gel! Akşam oldu; ömür güneşi batmak üzere... Gücünü kuvvetini iyi harca da; şu iki nefeslik ömürden uzun bir ömür elde edesin. Elde kalan bu kadarcık tohumu, yâni ömrünün geriye kalan son senelerini iyi ek,çok kıymetli olan bu ömür kandili sönmeden aklını başına al da, fitilini düzelt, çabuk yağını koy, gönül kandilini uyandır .

Aklını başına al da; bu işi yarına bırakma. Nice yarınlar geldi geçti. Hemen işe başla ki, ekin mevsimi, iyilik günleri büsbütün geçmesin.”

Bundan sonrası için ne yapacağınızı düşünürken  kaybolduğunuzu da düşünüyor musunuz?

Bu dünya  bir kuyu gibidir. Sabretmek ise seni kuyudan çıkaracak, kurtaracak iptir. İp uzandı, onu iki elinle sıkıca tut. Yakalamışken bırakma; çünkü ömür tükendi, akşam oldu.Bu ipe yapış da, yeni bir can âlemi gör.

Dünyayı nasıl algılamak gerekiyordu? Biz nerde yanlış yaptık?

Dünyada  zerâfet ve incelik vardır. Mevlânâ’ya göre bu dünyanın yaratılması ve ahenkle süregelmesinin nedeni aşktır.Zerafet ve incelik aşkla varolur ve devam eder.Cihanın bütün parçacıkları çift yaratılmıştır ve her çift birbirine aşıktır. Bunun en güzel örneği yeryüzüyle gökyüzüdür.Gökyüzü erkektir, yeryüzü ise kadın. Gökyüzünün verdiğini yeryüzü besler,üretir. Gökyüzü de erkekler gibi yeryüzünün peşindedir,yeryüzünü kavrar ve gözetir.

Mevlanaya göre dünya sürekli yenilenir.Tekerrür yoktur çünkü tekerrür acizliktir.Yenilenme vardır.Mevsimler değişir,yeniden doğuş ve ölüm vardır.Bu yenilenmeye uyum gerekir.

 Dünya  güzellikleriyle büyücü bir kadına benzer ve  kendine esir eder. Bu durumda insan, olayları olduğundan farklı görür ve  gerçeği anlayamaz.Dünyayı bir oyun alanı gibi görür ya da dünyada yaşananlar rüya gibidir.Bu yüzden insanlar başlarına gelene aldırmamalıdır, her şey geçicidir.Bu nedenle insanlar kendini dünyanın nimetlerine kaptırmamalıdır.

 

Nasıl davranmalıydık da yapamadık?Ne yapalım bundan sonra?

Mevlana der ki ; kanaat, sabır, hayâl ve iman insanoğluna yoldaş olmalıdır. Kanaat etmeyi bilmeyince insanın karşısına sürekli bir bela çıkacaktır.

Hayal ise  insanı geliştirir,farklı açılardan bakmayı öğretir,dertlerini yorumlama gücü verir.Dertlerinden kurtulacağını da hayal eder, bu da ona güç verir.İnanma ise ümitsizliği giderir, hayallerini besler. Sabır olmazsa da inançlarına kavuşacak yolu ve hayali  bulamaz.

Halkın yapısı zıtlar üstüne kurulmuş. Bu kadar farklı düşüncenin ve çıkarın doğru yolu bulması mümkün mü?

‘Gerçekte biz zarar bakımından da savaştayız,fayda bakımından da. Herkes birbirine aykırı,her biri öbürüne zıt.Kendindeki şu müthiş savaşa bak.Başkalarının savaşı ile ne meşgul olup durursun?

 

Kötülerimiz de vardı aramızda nihayetinde zıtlar alemindeydik.

Alemde hiçbir zehir veya şeker yoktur ki birine ayak öbürüne ayakkabı olmasın!Yılanın zehiri yılana hayattır,insanaysa ölüm!

 

Bazılarımız da bu dünyanın nimetlerinden daha çok faydalanmak istedi.Nefsin kontrolü gerekliydi ,dünyaya hakim olma fikrimiz  de fazlaydı herhalde.

Irmak suyunu tamamıyla içmenin imkanı yok.Yok ama susuzluğu giderecek kadar içmenin de imkanı yok.

Peki dünya nimetlerinden faydalanmak için sınırlarımızı aşmış olabilir miyiz?

Gevşek ayaklı akıl,testinin daima ırmaktan kırılmadan sapasağlam gelemeyeceğini bilmiyordu ki!

Seçimlerimizle herşey çok farklı olabilir miydi?

 Dudaktaki nefes yeli de canın,bedenin emrine tabidir. Kah o nefesle birisini över,birisine haber yollarsın...kah birini kınar,aleyhinde bulunur,söversin’

Herhalde birşeylerin düzelmesi için zamana ihtiyaç vardı, yoksa yeterince anlaşılmayacaktı. Belki de yaşananlara dur demenin zamanı ancak böyle bir felakatle olmalıydı.

 'Kanın süt olması için bir zaman lazımdır.Bahtın yeni bir çocuk doğurmadıkça kan, tatlı süt haline gelmez.'

Yaşadıklarımızdan bir anlam çıkarmalı mıyız? Mana alemi ne der?

Hareket edenin bir hareket ettiricisi vardır.Sen onu gözünle görmüyorsan eserleri görünüyor ya...onlara bak da anla!

Nihayetinde ne olacak bizlere?Cefa çekmek zorunlu muydu kurtuluş için?

'Hakikatte her düşman senin ilacındır...sana kimyadır,seni faydalandırır.'

Ne güzel o halde! Bu sıkıntıdan uygun kimyayı bulup güçlenerek çıkmak da mümkün olacak…

Son olarak ise;

Ruh, ilimle akılla dosttur.Ruhun Arapçayla Türkçeyle ne işi var?

Sonsuz saygılarımla…